Ciddi Arkadaşlığın Tarifi
Dünyanın en çok bilinen, en çok ihtiyaç duyulan ama bir o kadar da
üzerinde derinlemesine düşünülmeyen, irdelenmeyen konusu ciddi
arkadaşlık.
Yazının ismine bakıp aldanmayın. Size uzun uzun arkadaşlığın
tarihini anlatacak değilim. Efendim arka kökü şuradan gelir
Latincesi budur, daş eki feşmekandan gider Yunancası böyledir gibi
gereksiz bilgiler vermeyeceğim. Merak eden açsın ansiklopediyi
(pardon googel’ı) araştırsın. Ben size bunca yılın bana ciddi
arkadaşlık hakkında öğrettiklerini ve öğretmeye devam ettiklerini
aktaracağım dilim döndüğünce.
1974 senesi Eylül ayı okullar açıldı açılacak. Bursa’nın Kiremitçi
Mahallesi İstiklal İlkokulu kayıt kuyruğundayız. Annemin eline sıkı
sıkı tutunmuşum. Hayatımın bundan sonraki en sevimsiz yıllarına
başlayacağımı bilir yada hissedermiş gibi huzursuzum. O okul hala
duruyor adı değişmiş sokak aynı sokak. Mahalle oldukça değişmiş.
Yakındaki ceza evinin yerinde adliye sarayı var. Okul açılıp sınıfa
girince o ana kadar ne kadar yalnız olduğumu fark etmediğimi fark
etmiştim. Herkes yabancı gelmişti. Okulu sevmeyeceğimi tamda o
zaman anlamıştım. İlk fırsatta kalp hastası öğretmenime bir bahane
uydurup sınıfın dışına çıktım. Özgürdüm. Koşar adım eve annemin
şefkat dolu kollarına yolalmıştım. Ama hiçte beklediğim gibi bir
karşılama olmamıştı. Önceleri ikazla yetinen annem, koşar adımlar
çoğaldıkça ikazlardan azarlara geçiş yapmıştı. Ben bu kaçma ve geri
döndürme süreci böyle devam eder bir süre sonra annem bu işten
yılar ve beni okula göndermekten vazgeçer diye beyhude yere
umutlanmışım meğer. Bir sabah annem bu gün okula gitmeyeceksin
dediğinde dünyalar benim olmuştu. Halbuki uzun yorucu bir
yolculuğun başlangıcı olduğunu nerden bilebilirdim ki. Uzun ince
bir yolculuktan sonra o yıllar için memleketin en ücra köşelerinden
biri olan Bozcaada’ya ulaşmıştık. Elbette bu adanın neresi olduğunu
koskoca memleket dururken neden bu küçücük ada da yaşamak zorunda
olduğumuzu anlayamamıştım. Maalesef okul denen yerin bu kuş uçmaz
kervan geçmez ada da dahi olduğunu görünce yıkılmıştım. Uzatmayayım
sabah oldu okul yolu gözüktü. Sınıf öğretmenim Mehmet Bey Allah
rahmet eylesin. Emekliliği gelmiş eski usul bir öğretmendi. Eski
usul deyince yıl 1974. Mehmet Öğretmende emekliliği gelmiş bir
öğretmen olduğuna göre varın eskiyi siz düşünün. Uzun sözün kısası.
Sabah gelinen okuldan akşam eve kırmızı yanaklarla gidiliyordu. Ben
yine yalnızlığın karanlık girdabında kaybolmuştum. Artık eve
kaçmalar bitmişti. Yabancı bir yer, yabancı insanlar. Ders bitip
teneffüs zili çalınca ben bir duvar dibinde tek başıma kaderime
boyun eğmiş bir şekilde ders zilinin çalmasını bekliyordum. Böylece
onca yılın nasıl geçeceğinin sorgusunu o yaşlarda yapmak insanın
aklına bile gelmiyor. Günler böylece geçip giderken kimsenin benim
farkıma varmadığını ve benim sokaklara düşüp balici tinerci falan
olduğumu düşündüyseniz yanıldınız. Zira o yıllarda sokak çocuğu
nedir kimse bilmezdi. Yüksek ihtimal herkes herkesin farkına
varırdı. Benimde farkıma okulumuzun müstahdemi daha doğrusu
hademesi ( zira o yıllarda kimse bu tabirden alınıp gücenmez di)
benim farkıma varmıştı bile. Recep Dayı bir gün yanıma geldi.
Zili sen çalmak ister misin? (zil dediysek elde sallanan çan öyle
şimdikiler gibi afili değil)
Olur! (en sıkılgan halimle)
Aramızdaki ciddi arkadaşlık böyle başladı işte. Bir farkındalıkla.
Çok moda bir tabir oldu ama kusura bakmayın. Anlamıştım ki okulda
artık bir arkadaşım var. Uzun süre okulun zilini ben çaldım. Recep
Dayı ile arkadaşlığımız çok ilerledi. Bir gün bizim sınıfta ki bir
öğrenciyi önümüzden koşup geçerken kolundan tuttu.
Dur bir Dakka hele. ( Dedi. Beni göstererek) Bunun adı Zafer bundan
sonra sizin arkadaşınız sizinle oynayacak teneffüslerde.
Olur. Dedi çocuk bana dönüp benim adım
Muharrem dedi.
Aradan uzun uzun yıllar geçti. Öyle çok sık görüşmedik cep
telefonları henüz icat edilmediğinden. Belki on yıl geçmişti
aradan. Muharrem’i görmeyeli görüşmeyeli belki çok daha fazla
olmuştu. Ama o benim yaşıtım okul maceramdaki ikinci arkadaşımdı.
Bozcaada sürgün yeri değil de tatil cenneti olunca bende Ada
yıllarımı her fırsatta ballandıra ballandıra her ortamda
anlattığımdan iş yerindeki bir arkadaşımı Bozcaada’ya Muharrem’e
gönderdim. Babası rahmetli Bekçi İbrahim Amca adadaki ilk pansiyonu
açmıştı. Arkadaşım tatili bitip işe başladığı ilk gün yanıma gelip
dedi ki kardeşim bu Muharrem senin gerçekte neyin oluyor.
Şaşırmıştım. Arkadaşım dedim birazda kekeleyerek. Yok dedi öyle
değil. İş arkadaşım adaya gidip Muharrem’i bulunca onlara
fazlasıyla yardımcı olmuş ve demiş ki biz Zafer’le uzun süredir
görüşmüyoruz ama o benim kardeşim bana birisini misafir olarak
yolluyorsa başımın üstünde yeri vardır. Neye ihtiyacınız olursa
beni bulun gece gündüz fark etmez demiş.
Gözlerim doldu boğazım düğümlendi. Konuşamadım. Muharrem o gün
Recep Dayının tanıştırdığı Muharrem’di. Onca geçen yıla rağmen.
Bana arkadaşlığın tarifini yapmıştı. Daha doğrusu öğretmişti.
Muharrem şimdilerde 18 Mart Üniversitesinde Öğretim Görevlisi.
Doçent mi? Prof mu? Bilmiyorum ama O benim arkadaşım bunu çok ama
çok iyi biliyorum. Artık daha sık görüşüyoruz malum cep telefonumuz
var. Sizinde arkanızdan size böyle sahip çıkacak arkadaşlarınız var
mı? Varsa tarife marife ihtiyacınız yok. Yoksa o zaman devamı
gelecek. Arkadaşlığın kısa tarifi uzun tarihi elde var bir.
o benim ciddi
arkadaşlık daha doğrusu ama o arkadaşlık arkadaşım bir gün o
yıllarda ciddi
İLLERE GÖRE ÜYELERİMİZ
© Copyright | CiddiArkadaslikSitesi.com